30 Mart 2012 Cuma

Bahardalı

 Ooooof oof, sonunda bahar tenezzül edip Unna'ya gelmeye karar verdi. Ne uzun, ne kasvetli bir kıştı bu. Ne kar yağdı, kartopuyla, kardan adamıyla neşelendirecek, ne güneş yüzünü gösterdi bizi kasvetten kurtaracak. Martın bitmesine bir hafta varken bile hâlâ tek bir yeşil tomurcuk görememek daha da moralimizi bozmuştu ki; arabayla geçerken, bir kaç binanın arasında sıkışıp kalmış bir erik ağacının bembeyaz çiçeklerini  gördüğümde gözlerime inanamadım. Akan trafiğe rağmen frene basmamak, durup baharın bu müjdeci dalları karşısında sevinççle dans etmemek için zor tuttum kendimi. Duygular sel oldu, gözlerimde taşkınlara sebeb oldu. Aynı yoldan tekrar geçip bu kez hususi yavaşlayıp doyasıya, sevgiyle, hasretle izledim baharın bu ilk gelinini. Arkasından gelen günlük güneşlik bir hafta keyfimizi hepten yerine getirdi. Her fırsatta attık kendimizi sokaklara, çimenlere...



  Almanya'da en çok özlediğim şey güneşli sıcak günler. Buranın havasındaki kasvet insanların da kasvetini arttırıyor. Herkes biraz soğuk, karanlık. Mübalağa etmiyorum; giyimlerinden, dekorasyon zevklerine kadar bu çok batıyor göze.
 Güzel şeyler çabuk bitiyor, bizim güneşli sıcak haftamız hafta sonunda ıslandı, soğudu. İple çekiyoruz sarı saçlı  sıcak kanlı güzel günleri. Belki çok basma kalıp olacak ama; Hava nasıl olursa olsun, sizin havanız güzel olsun.. diyor, postumu burada bitiriyorum.
  

1 Kasım 2011 Salı





 Unna; göz göre göre sararıp soluyor.  Gözümüzün içine baka baka değişiyor. Yemyeşil şehir birden kabuk değiştirmeye başladı. Sonbaharın melankolisi çok ani çöktü üstüne. Sararan, kızaran yapraklardan bunalan ağaçlar silkelenip atıyor üzerlerindeki yükü. Kuş sesleri kayboldu. Kuş gibi cıvıldayan çocuklar sokaklardan kayboldu. Çekildi herkes kabuğuna. Soğuyan havaya inat herkes sıcak yuvalarında artık. 


  Kara veremiyorum; Bu şehir içine kapanık bir çocuk mu. Kimi zaman sus pus, çıt çıkmazken, kimi zaman arkadaşlarını gördüğü için neşelenip şımaran. Yoksa bilge yaşlı bir adam mı, omuzlarında yılların ağırlığı, kendinden emin, ben buyum diyen, sessizce ama sabırla öğreten, anlatan. 
 Çok şey öğretti bana da, daha da çok şey öğretecek şüphesiz. Saygı ile samimiyet arasındaki o hem çok küçük, hem de çok uzak mesafeleri örneğin. Bazen insanların bencilliğini, bazen ise ne çok şey feda ettiklerini...
...kıymet bilmezliği sonra, uğrunda nelerin göze alındığını umursamadan hemde.
 Bu şehrin çok farklı renkleri var. Başka başka sesleri var. Her gün yeni bir yüzünü gösteriyor bana. Kimi zaman üzerken, beklenmedik anlarda güldüren.
 Aslında tüm bunlar hayatı anlatmıyor mu bir yerde. Hepimiz faklı şehirlerde olsak da, yaşamıyor muyuz benzer duyguları. Umutsuzluğa düşmeden, dünyaya yeniden bir bebeğin gözlerindeki masumiyet ve heyecanla bakabilmek dileğiyle...

11 Ağustos 2011 Perşembe

Unna'da Ramazan


 Unna'da Ramazan bir başka güzel...
Türkiye'den ayrılalı bir ay olmamışken, ayrılığa üzülemedim doğrusu. Yalnız, tekbaşıma, gurbet gibi hisstmedim. Herkesin söylediğinin aksine burası daha sıla geldi bana. Kendi ülkemde, memleketimde unutmuşlar Ramazan ne demek, inanç ne demek... Belki burada yaşayan Türkler sıkı sıkıya sarılmışlar Türklüklerine, dinlerine ondan, ya da cami ve dernekle aynı yerde olmamız bize hissetiriyor bu uhrevi havayı. Sonuçta bu Ramazan bir başka güzel.

 İftar çadırlarını imece usulüyle kuran cemaat ve onlara bakıp 'Artık Ramazan gelebilir, karşılamaya hazırız' diyerek gülen, güldüren Dernek Başkanımız Yusuf Bey. Gülen yüzü solmasın...
  İftar çadırlarıyla bitmiyorki görevler; Yusuf Beyin güzel yürekli eşleri Şengül Hanım koordinatörlüğünde mutfakta bir telaş, bir koşuşturmaca. Ayten ablanın takılmaları ile hepten şenleniyor mutfak. Evde işi gücü bir kenara bırakıp soluğu mutfakta alıyorum bende. Hiçbir işe el sürdürmüyorlar. Ama sohbetleriyle aileden biri olduk hemen. Bir gün gidemesem yanlarına, merak edip kapıya geliyorlar; 'Birşeyin yok ya, merak ettik. Aman havası kandırır buraların, kendine de, çocuklara da dikkat et.' Gülümsüyorum...
  Güle, eğlene bitiyor mutfaktaki yemeklerin pişmesi. Sıra geliyor 250-300 kişiye bu lezzetli yemekleri ikram etmeye. Caminin güzel kızları Sibel ve Esra başlıyorlar masaları hazırlamaya. Fondaki ilahiler eşliğinde masalar da güzelleşiyor. Salatalar, tatlılar, hurmalar.
  Vakit yaklaştıkça çadırlara toplanıyor kalabalıklar. Uzun zamandır görüşemeyenler, hep birlikte olanlar, çocuklar, gençler, yaşlılar... Yemeğe kadar sohbetler de gayet lezzetli. Bir taraftan vakit geldimi diye saatlere kaçamak bakışlar.
  Sayılı zaman çabuk geçiyor. İftar zamanını Hocamız Nebil Bey güzel sesiyle Ezan okuyarak  bildiriyor. Delikanlılar başlıyor yemek servisi için koşuşturmaya. 4-5 koldan dolan tabaklar bir anda kayboluyor mutfakta. Masalarda tatlı bir sabırsızlık. Birbirinden leziz yemekler bir çırpıda bitiyor. Mutfak yorgun, aşçılar yorgun. Ama herkes mutlu. Karnımız doydu Elhamdülillah. Allahü Teala hayırda bulunanlardan, emeği geçen herkesden razı olsun...












3 Ağustos 2011 Çarşamba

ZAMAN GİRDABI

 Kayıp gittiğimi hissediyorum bir girdabın ortasına. Son hızla hem de. Tutunmaya çalışsam da nafile. Akışına kapılınca zaman ne hızlı geçiyor. Nefes almaya bile vaktimiz yok. Almanya'da 2 hafta geçip gitti. Ramazan, iftar çadırları, teravih namazları, mukabeleler ve Kuran kursu... Tatlı telaş hepsi. Lakin insan yine de arada bir dinlenmek istiyor. Neredeyim, nereye gidiyoruz.
 Aslında biz hamlaşmışız. Evde boş boş geçen yıllardan sonra. Tembelliğe çabuk alışıyor insanoğlu, hem de çok çabuk.



 Beni asıl yoran evdeki 2 minik canavar, bir koca bebek :) Sınıflarda otuzar öğrencimiz.
 Bu gün küstüm sınıfımdaki yaramazlarıma. Susturmayı, dikkatlerini toplamayı başaramayan bende kabahat belki ama. Küstüm işte... Dersinize girmiyorum artık diyip bırakıp gittim sınıfı. Umursamayanlar kadar, bir daha gelmeyecek misin diye dertlenenler de var. Kıyamam ki. Yarın yine ders başı yaparız. Açlık insanın başına vuruyor. Tahammül seviyelerimiz yerlerde. Sadece açlığa değil sabır, aynı zamanda hayata sabır.

24 Temmuz 2011 Pazar

Güneşe bulutlar üstünde bakmak


 Günlerdir süren koşuşturmaca, hareket sonunda bitti. Sonunda laptopumu kucağıma alıp, yazma fırsatı bulabildim. Daha bir ay önce Nazilli'de evimde kanepeme uzanmış oyun oynarken, şimdi yabancı bir ülkede, yabancı bir evde, yabancı bir koltuktayım.
 Eşim Nebil Bey yaklaşık 3 yıl önce yurt dışı görevi için başvurmuştu. Sevgili ülkemin prosedürleri bitmediği için ancak 3. yılımızda başladı yeni görevi. 5 gün oluyor Almanya Unna'ya geleli.
 Görevlendirme yazısı ne zaman geldi, evi ne ara topladık, ne zaman hava alanına geldik bilmiyorum. 19 temmuz sabahı İstanbul aktarmalı Düsseldorf uçağımız için 11,30 da Bodrum'dan havalandık.  
 Uçağa binene kadar farkedememişim, ben ailemi, sevdiklerimi, memleketimi bırakıp gidiyordum... zaten nedendir bilinmez bana en son anda birşeyler olur. İlk şok etkisi mi bu kadar uzun süren, yoksa soğuk kanlı davranayım derken fazla mı bastırıyorum duygularımı, bilmiyorum. Gözlerim doldu, kalkıştan sonra beni bilmediğim diyarlara götüren eşimin yüzüne baktığımda. Bu kadar dokunacağını düşünmezdim hiç. Nesi zor gurbetin derdim. Ne ki ?
  Öğrendim ben de neymiş. Elini uzattığında dokunamamak, seslensen sesini duyuramamak, ne kadar çok istesende sarılamamak...
  Benimle kaçar mıydın evlenmemize izin vermeselerdi derdi sevgili eşim. Gülerek asla derdim. Tanımıydum ki seni, ailemi tercih ederdim derdim. Şimdi beni neredeyse 3500 km uzağa kaçırdı. Ve ben ailemi tercih ettim. Sevgili kocam ve iki güzel çocuğumu...

 Tüm bu duyguselinin ardından güneşe son kez baktım bulutlar üstünde. Yer yüzündeki eşsiz güzelliklerden biri bence. Pamuk yığınları gibiydiler gerçekten. Üzerlerine atlamak için müthiş bir arzu duyuyor insan. Ölümcül güzellik :)
  Kaptan pilotumuzun uyarısı ile daldık o güzelliğin içine. Veda ettik güneşe. Sağnak yağmur ve türbülans eşliğinde indik Düsseldorf'a. Valizleri bulma telaşı ve pasaport kontrolü ardından, patlayan flaşlarla girdik Almanya'ya. Çiçekler, fotoğraf çekenler... Uzaklardaki yeni ailemiz sevinçle, sevgiyle karşıladı bizi. Çocuklar torunları oldu, bizler yeni çocukları. Bekliyordum da bu kadar çoşkulu bir sevgi değil. Sıcacık insanlar. Bizler gurbette değildik ama bizler kaybetmişiz Türk sıcaklığını. Onlar neredeyse yarım asır önce bırakıp gelmişler buralara ama hala aynı misafirperverlik, sıcak kanlılık. Türkiye'de kalan selamsız mahalle komşularım, lafım size.
  Arabalara binip düştük Unna yollarına. Bizi karşılayan Cengiz Ağabey ve eşi Asiye Abla ile Dernek Başkanımız Yusuf Ağabey ve güzel yürekli eşi Şengül Ablanın evine misafir olduk  Samimi sohbetleri ve birbirinden leziz yemekleriyle sanki komşularda akşam yemeğindeydik, Almanya değildi sanki...
  Saatler ilerledi ve yeni evimize geldik. İki oda, bir salonlu şirin bir çatı katı. Yeni kokusuyla, yeni eşyalarıyla çok çabuk alıştık. Zevkimizi araştırıp, özenle seçilmiş eşyalar. Ne düşünceli insanlar. Buzdolabını doldurmuşlar, Azra için atıştırmalıklar bile var. Mahcubiyetimiz doruklarda...  


  İlk gecemiz yeni evimizde. İtiraf ediyorum onca yorgunluktan sonra hemen uyuyamadım, yadırgadım yatağımı.
  Yerleşebilme telaşı ile günler birbirini kovaladı. Ancak alışmamız gereken çok şey var. İki sokak öteden olur olmadık zamanda geçen trenin sesine alışmak, yağmura, rüzgara alışmak, saygılı şöförlere alışmak, şişe suların tadına alışmak, markalara, mağazalara alışmak, saat 22 de bile batmak bilmeyen güneşe alışmak, Almanca-Türkçe çevirilere alışmak...
  En komiğide bu çeviri işi. Bir kelime okuyorum, soluğu bilgisayardaki çeviri programında alıyorum. 'Hımm demek buymuş' . Bizden öncekiler ne yapıyordu. Doğru şeyi nasıl buluyorlardı. En basiti bir şişenin deterjan mı, içeçek mi olduğunu nasıl ayırdettiler...  Bizler şanslıyız. Fazlasıyla şanslıyız.






  Alışmaya başladık Unna'ya. Azra ve Abdullah Selim ile çarşıda dolaştık. Kaybolmadan geldik eve :) Bazen de Şengül Abla gezdiriyor bizi. Altın günleri buralarda da sürüyor. Önce Kuran kıraatıyla süsleniyor, sonra açık büfe servis eşliğinde dertler, sevinçler paylaşılıyor. Derya, Asiye Ablanın kızı ve Elif, Şengül Ablanın gelini. Tekrar görmekten sevinç duyacağım kişiler.
 İşte burada ki beşinci sabahımız, yine yağmur var. Daha anlatacak çok şey var.
Unna'dan Sevgiler...