1 Kasım 2011 Salı





 Unna; göz göre göre sararıp soluyor.  Gözümüzün içine baka baka değişiyor. Yemyeşil şehir birden kabuk değiştirmeye başladı. Sonbaharın melankolisi çok ani çöktü üstüne. Sararan, kızaran yapraklardan bunalan ağaçlar silkelenip atıyor üzerlerindeki yükü. Kuş sesleri kayboldu. Kuş gibi cıvıldayan çocuklar sokaklardan kayboldu. Çekildi herkes kabuğuna. Soğuyan havaya inat herkes sıcak yuvalarında artık. 


  Kara veremiyorum; Bu şehir içine kapanık bir çocuk mu. Kimi zaman sus pus, çıt çıkmazken, kimi zaman arkadaşlarını gördüğü için neşelenip şımaran. Yoksa bilge yaşlı bir adam mı, omuzlarında yılların ağırlığı, kendinden emin, ben buyum diyen, sessizce ama sabırla öğreten, anlatan. 
 Çok şey öğretti bana da, daha da çok şey öğretecek şüphesiz. Saygı ile samimiyet arasındaki o hem çok küçük, hem de çok uzak mesafeleri örneğin. Bazen insanların bencilliğini, bazen ise ne çok şey feda ettiklerini...
...kıymet bilmezliği sonra, uğrunda nelerin göze alındığını umursamadan hemde.
 Bu şehrin çok farklı renkleri var. Başka başka sesleri var. Her gün yeni bir yüzünü gösteriyor bana. Kimi zaman üzerken, beklenmedik anlarda güldüren.
 Aslında tüm bunlar hayatı anlatmıyor mu bir yerde. Hepimiz faklı şehirlerde olsak da, yaşamıyor muyuz benzer duyguları. Umutsuzluğa düşmeden, dünyaya yeniden bir bebeğin gözlerindeki masumiyet ve heyecanla bakabilmek dileğiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder